İnsan ve Kültür Üzerine - "Birlikte Düşünmek"
- Nida Ayça Onur
- 18 Ağu
- 5 dakikada okunur

Bu seride eğitmen ve danışmanlarımızdan sevgili Duygu konuğumuz. Biz soruyoruz, insan ve kültür projelerindeki uzmanlığıyla Duygu yanıtlıyor. Sohbetimize buyrun :)
İnsan ve Kültür Felsefesi: Birlikte Düşünmek, Başarmak ve Gülmek
Duygu, seninle sohbetlerimizde üç kavram sürekli karşımıza çıkıyor: Birlikte Düşünmek, Birlikte Başarmak, Birlikte Gülmek. Üçü de kendi başına derin, ama bir araya geldiklerinde bence bir insan ve kültür felsefesine dönüşüyor. Önce bunların senin zihnindeki yerini, birbirleriyle ilişkisini ve neden bu kadar önemli olduklarını konuşarak başlayalım mı?
Bu üç kavram aslında benim çalışma pratiğim. Tek başlarına değerliler ama asıl sihirleri bir araya geldiklerinde ortaya çıkıyor.
Birlikte Düşünmek: Bu, temeldir. Stratejinin, inovasyonun ve ortak aklın doğduğu yerdir. Eğer birlikte sağlıklı düşünemiyorsak, aynı hedefe koşuyor gibi görünsek de aslında farklı yönlere giden patikalarda olabiliriz.
Birlikte Başarmak: Bu, eylemdir. Düşüncenin hayata geçtiği, somutlaştığı alandır. Ancak bu, sadece görevleri tamamlamak değildir. Bu, kolektif bir akış hali yaratmak, birbirinin gücünü çarpan etkisiyle artırmak ve "ben"den "biz"e geçmektir. Google'ın Aristo Projesi'nin de kanıtladığı gibi, yüksek performanslı takımların sırrı en zeki insanlar değil, en yüksek psikolojik güvenliğe sahip olanlardır. İşte bu güven ortamı, birlikte düşünmenin doğal bir sonucudur.
Birlikte Gülmek: Bu, harçtır. Bizi insan yapan, en zorlu anlarda bile birbirimize bağlayan duygusal bağdır. Kahkaha, hiyerarşiyi anında eriten, stresi azaltan ve yaratıcılığı tetikleyen en güçlü araçlardan biridir. Başarıyı kutlarken, zorluklara göğüs gererken atılan samimi bir kahkaha, o kültürü canlı ve dirençli tutan şeydir.
Bu üçü bir döngüdür: Birlikte düşünür, derin bir hizalanma yakalarız. Bu hizalanmayla birlikte başarır, somut sonuçlar üretiriz. Bu yolculukta birlikte güler, aramızdaki bağı ve dayanıklılığı artırırız. Bu bağ, bir sonraki "birlikte düşünme" seansımızı daha da verimli kılar.
P4C (Philosophy for Children/Communities) ve Organizasyonel Kültür
Öyleyse Birlikte Düşünmek ile devam edelim. Birlikte düşünmek dediğimizde, senin P4C ve yaratıcı düşünce atölyelerini hemen anımsıyorum. Burası bana Coimagin’e adını veren “collective imagination” alt metninde, birlikte hayal etmek, geleceğin ürün, hizmet ve organizasyonlarını birlikte tasarlamak arzumuzu hatırlattığı için ayrıca yakınlık kuruyorum :)

Öncelikle, P4C nedir ilk kez duyanlar için?
P4C, yani "Çocuklar/Topluluklar için Felsefe", insanlara felsefe öğretmeyi değil, birlikte eleştirel, yaratıcı, iş birlikçi ve özenli düşünmeyi öğreten güçlü bir diyalog yöntemidir. Özünde, bir uyaran (bir hikâye, bir senaryo, bir soru) etrafında toplanan bir grubun, hiyerarşi olmadan, derin ve anlamlı sorular sorarak bir konuyu birlikte keşfetmesidir.
Amaç, tek bir doğru cevaba ulaşmak değil, düşünmenin kendisini düşünmek, varsayımlarımızı fark etmek, daha iyi kanıtlar geliştirmek ve en önemlisi, birbirimizi gerçekten dinlemektir. Bu, bir "soruşturan topluluk" (community of inquiry) yaratma pratiğidir.
P4C yaklaşımını yetişkin ekiplerde uyguladığında en çarpıcı dönüşüm anı ne oldu?

Genç yetenek programındaki parlak ve hırslı bir ekiple yürüttüğüm bir vaka çalışması seansını hiç unutmam. İlk yarım saat, herkesin en zekice çözümü sunmak için birbiriyle yarıştığı bir fikir kakofonisine dönüşmüştü. Tartışmanın en hararetli anında, moderatör olarak onları P4C çemberine davet ettim. Ve sadece şu soruyu sordum: "Gamze, istenen 'yenilikçi ürün' tanımında şuna ihtiyaç olduğunu ifade ediyor? Buna katılıyor musunuz? Katılmıyor musunuz? Neden?" O an odada neredeyse elle tutulur bir sessizlik oldu ve bu an gerçek düşünmenin başladığı andı.
O zamana kadar çözüm savaşı veren ekip, ilk kez birbirini gerçekten dinlemeye ve birbirlerinin varsayımlarını yapıcı bir şekilde sorgulamaya başladı. Benim için en çarpıcı dönüşüm, onların bireysel zekâlarını bir kenara bırakıp kolektif bir bilgeliğe ulaştıkları o "sessizlik" anıydı; çünkü asıl mesele doğru cevabı bulmaları değil, birlikte doğru soruyu aramaya başlamalarıydı.
İş Dünyasında Felsefi Sorgulama
Felsefi sorgulama yöntemleri ile iş dünyasının hız ve verimlilik takıntısı arasındaki dengeyi nasıl kuruyorsun?
Bu, "hızlı gitmek için yavaşla" paradoksudur. İş dünyası, "Ne?" ve "Nasıl?" sorularına odaklanmaya bayılır. Ancak çoğu zaman en kritik soruyu atlarız: "Neden?".
P4C gibi yöntemler, başta bir yavaşlama gibi görünse de projenin en başında doğru "Neden?" sorusunu sormamızı sağlayarak bizi aylar sürecek yanlış bir çalışmadan kurtarır. Kırk beş dakikalık derin bir sokratik sorgulama, ekibin zihnindeki farklı hedeflere doğru dörtnala koşarak harcanacak yüzlerce saatten çok daha verimlidir. Bu, operasyonel verimlilik ile stratejik etkililik arasındaki farktır.
Strateji, İnovasyon ve Kültür Projelerinde Doğru Soruların Gücü
Felsefi sorgulama yöntemlerini strateji, inovasyon ve kültür projelerine nasıl entegre edebiliriz sence?
Felsefi sorgulamayı bu alanlara entegre etmenin sırrı, onu bir hız kesici olarak değil, bir pusula ayarlayıcı olarak görmektir. Strateji geliştirirken, işe "Hedeflerimiz ne olmalı?" sorusuyla başlamak yerine, liderlik ekibiyle "Şirketimiz yarın yok olsa, dünya tam olarak neyi kaybederdi?" gibi varoluşsal bir soruyu sorarak başlıyoruz. Bu, bizi rakamların ve pazar payı hedeflerinin ötesinde, tüm kararlarımıza yön verecek ortak bir "Neden?" etrafında hizalar. Cevapları aramadan önce, doğru soruyu sorduğumuzdan emin oluyoruz; bu da bizi aylar sürecek yanlış stratejik hamlelerden koruyan en etkili yöntemdir.
İnovasyon ve kültür projelerinde ise bu yaklaşım, soyut kavramları somut deneyimlere dönüştürür. Yeni bir ürün geliştirirken "müşteri ne istiyor?" diye sormak yerine, ürünün dokunduğu "Güven" veya "Bağlantı" gibi evrensel bir kavramı derinlemesine sorgularız. Bu, sadece işlevsel değil, duygusal olarak da bağ kuran ürünler yaratmamızı sağlar.
,

Kültür projelerinde de benzer şekilde, "Değerlerimiz bunlardır" diye ilan etmek yerine, çalışanları gerçek iş hayatından etik ikilemlerin içine sokan diyaloglar düzenleriz. Böylece değerler, duvarlardaki süslü kelimeler olmaktan çıkıp, organizasyonun kolektif vicdanı ve karar alma mekanizması haline gelir.
Sonuç olarak felsefi sorgulama, başta bir yavaşlama gibi görünse de aslında en büyük hızlandırıcıdır. Çünkü bir projenin en başında doğru amacı, doğru problemi ve doğru anlamı bulmamızı sağlar. Bu, ekiplerin yanlış hedeflere doğru enerjilerini boşa harcamasını önler ve alınan her kararın daha derin bir anlam ve tutarlılık taşımasını garantiler. Kısacası, bu yöntemler bizi sadece daha verimli değil, aynı zamanda daha bilge ve dayanıklı organizasyonlar yapmanın en kestirme yoludur.
Tasarım Disiplinlerinin Sentezi: Yenilikçi Yaklaşımlar
Farklı tasarım disiplinlerini biliyor ve uyguluyorsun. En çok neleri sentezlemeyi ve hangi araçları/yöntemleri birlikte kullanmayı seviyorsun? Neden?
En sevdiğim ve en güçlü sonuçları aldığım üç temel sentez var:
Design Thinking ve Systems Thinking: İnsan ve Sistem Dengesi
En temel ve vazgeçilmez sentezim, Tasarım Odaklı Düşünme (Design Thinking) ile Sistem Düşüncesi'ni (Systems Thinking) birleştirmektir. Tasarım Odaklı Düşünme, bize empati kurmayı, insanı merkeze almayı ve bireyin deneyimini derinlemesine anlamayı öğretir. Örneğin, "çalışanların tükenmişlik sorunu" üzerine çalışırken, bir çalışanın gününü adım adım haritalamamızı (Journey Map) ve acı noktalarını tespit etmemizi sağlar. Ancak bu, resmin sadece yarısıdır.
Sistem Düşüncesi ise bize bütünsel bakma ve "Bu bireysel deneyimi yaratan altta yatan sistemik dinamikler neler?" diye sorma gücü verir. "Buzdağı Modeli" gibi bir araçla, görünen tükenmişlik sorununun altında yatan görünmez yapıları (örneğin, sadece bireysel kahramanlığı ödüllendiren performans sistemi, yetersiz liderlik gelişimi, departmanlar arası iletişim kopukluğu) ortaya çıkarırız. Sadece insana odaklanırsak semptomları tedavi ederiz, sadece sisteme odaklanırsak insanı gözden kaçırırız. İkisini birleştirdiğimizde ise hem insani hem de kalıcı çözümler üretebiliriz.

Systems Thinking ve Spekülatif Tasarım: Geleceği Tasarlama
İkinci favori sentezim, Sistem Düşüncesi ile Spekülatif Tasarım'ı birlikte kullanmaktır. Mevcut bir sistemi anladıktan sonra, Spekülatif Tasarım bize o sistemin kurallarını yıkmak için kışkırtıcı "Ya şöyle olsaydı?" soruları sorma imkânı tanır. Örneğin, Sistem Düşüncesi ile bir şirketin hiyerarşik ve yavaş karar alma yapısını analiz ettiğimizi düşünelim. Spekülatif Tasarım araçlarını kullanarak şu tür senaryolar tasarlarız: "Ya 2035 yılında şirketimizde hiçbir yönetici unvanı kalmasaydı ve kararlar tamamen proje bazlı, geçici ekipler tarafından alınsaydı, bu durumda 'kariyer' ne anlama gelirdi?" Bu, mevcut varsayımları dinamitleyen ve bugünkü İK sistemlerimizi geleceğe hazırlamak için bize tamamen yeni ve radikal bir düşünce alanı açan inanılmaz güçlü bir birleşimdir.
Design Thinking ve Davranışsal Tasarım: Değişimi Kolaylaştırmak
Son olarak, değişimi hayata geçirme aşamasında Tasarım Odaklı Düşünme ile Davranışsal Tasarım'ı (Behavioral Design) sentezlemeyi seviyorum. Tasarım Odaklı Düşünme ile çalışanların ihtiyaçlarını anladıktan ve harika bir çözüm tasarladıktan sonra en büyük zorluk, bu çözümü benimsemelerini sağlamaktır. İşte burada Davranışsal Tasarım devreye girer. İnsanların bilişsel ön yargılarını (cognitive bias) ve motivasyonlarını anlayarak, büyük ve zorunlu eğitimler yerine küçük "dürtmeler" (nudges) tasarlarız.
Örneğin, yeni bir geri bildirim kültürünü yerleştirmek için saatler süren eğitimler yerine, her toplantı davetinin sonuna otomatik olarak "Bu toplantıda bir kişiye yapıcı bir geri bildirim vermeyi hatırla" gibi küçük bir hatırlatma eklemek, davranışı çok daha etkili bir şekilde değiştirir. Çünkü bu sentez, insan doğasına karşı savaşmak yerine onunla birlikte akarak değişimi kolaylaştırır.
İkinci bölümde, "Birlikle Başarmak" üzerine konuşacağız.
Görüşmek üzere :)
Fotoğraflar Pexels.com'dan alınmıştır ve sırasıyla Tima Miroshnichenko, Zack Jarosz, Athena Sandrini, Ivan Bertolazzi isimli sanatçılara aittir.
.png)




Yorumlar