Genom, Konnektom, Nietzsche, Fenomenoloji ve Spekülatif Dizayn - Bölüm 1
- Nida Ayça Onur
- 30 Ara 2024
- 5 dakikada okunur

Spekülatif dizayn eğitimlerimin ilkinde tasarımcı ve mühendis ağırlıklı beyaz yakalı katılımcıların arasında bir de doktorumuz vardı: Sevgili Nilhan, Nilhan Nurlu.
İki bölümlük bu seride, Nilhan’ın tıp doktoru kimliğiyle spekülatif tasarımla kurduğu ilişkiyi göreceksiniz. Ayrıca derinlikli bir felsefe okuru olarak kendisinin spekülatif tasarımı Nietzsche’nin “üst insan” kavramı ve Husserl’in fenomenolojisi üzerinden yeniden yorumladığını okuyacaksınız.
İlk yazıda sizi, Genom, Konnektom projelerini spekülatif dizayn ile ilişkilendirmeye ve Nilhan’ın “insanın da bir spekülatif tasarım olduğu”na dair görüşlerini okumaya davet ediyorum.
Nilhan’ı kısaca tanıyarak başlayalım.
Kendisi Tıp Doktoru, Tıbbi Biyokimya alanında uzman ve İstanbul’da Sağlık Bilimleri Üniversitesi’ne bağlı bir eğitim & araştırma hastanesinde tıpta uzmanlık öğrencileri için eğitici olarak da görev yapıyor. Oldukça keyif veren bir neşesi ve düşünce dünyası var, sanat terapisi, logoterapi, müzik, felsefe çalışmaları ile desteklediği. Başlangıçta alakasız gibi görünen birçok konuyu birbiri ile incelikle sentezleme becerisine sahip bir yorumcu olarak anlatabilirim onu.
Nilhan, yaşamında spekülatif dizayn ile kurduğun ilişkiyi paylaşır mısın bizimle?
Bu özel ve iyi hissettiren tanıtımın için çok teşekkür ederim Ayçacım. Bu söylediklerinin hepsi ama aynı zamanda sanki hiçbirisi gibi de hissediyorum.
Ben kişilerin yazgısı doğrultusunda yaşayacakları yaşama inanan bir aile ortamında büyüdüm. Epey bir zaman sonra, kendi deneyimlerinden, tecrübelerimden anladım ki yazgı denilen şey aslında başımıza gelenlere verdiğimiz cevaplar, gelenlere gelmesi olası olanlara karşı oluşturduğumuz tutumlar ve belki de tasarımlar.
O yüzden de ilk bakışta mesleğimle alakasız gibi görünse de farklı açılardan bağlantılar kurabildiğim birtakım atölyelere katıldım. Spekülatif tasarım bunlardan biri.

Sartre’ın çok önemli bir katkısını paylaşmak isterim. Der ki “varoluş, özden önce gelir” yani önce var oluruz, sonra da özümüzü yaratırız seçimlerimizle ve başımıza gelenlere verdiğimiz cevaplarla. Son anımıza kadar da bu yaratım süreci devam eder.
Spekülatif tasarımı da bu yaratım sürecini zenginleştiren bir yaklaşım olarak düşünüyorum.
Spekülatif tasarımın sende bıraktığı etkiyi merak ediyorum.
Pandemi süreci bize gösterdi ki 5 mikronluk küçük bir virüs, bütün insanlığı ve kurduğumuz gelecek senaryolarını alt üst etti bir anda. İnsanlığın başına gelebilecek benzer bir durumun ya da daha başka kriz süreçlerinin yeniden yaşanmayacağını söyleyemeyiz. Çünkü neredeyse her gün belki küçük ama geleceği dönüştürme potansiyeli yüksek olan gelişmeler oluyor. Bu arada tabii ki öznel yaşantılarımızdaki kırılma ve dönüm noktalarını içeren süreçleri de unutmamak gerekir.
Açıkçası bunlara adapte olma, üstesinden gelme sürecimizin, olası gelecek senaryoları üzerine düşünmek ve doğal tutumumuzu değiştirmekle mümkün olabileceğine inanıyorum.
Gelecek Çalışmalarının Omurgası
Futures Cone’un gelecek çalışmalarının omurgasını oluşturabileceğini gördüm. Bu yaklaşım, bugünden geleceğe bakarken gerçekleşmesi imkansız, olası ve muhtemel olan senaryoları ele alarak, tercih edebileceğimiz yaşamlar üzerine düşünmemizi sağlıyor. Günümüzdeki sinyalleri okuyarak anlamlandırmak, geleceği daha sistematik ve yaratıcı bir şekilde kurgulamamıza yardımcı.
Problem Çözmek yerine Projeksiyon Oluşturmak
Beni çok heyecanlandıran bir diğer nokta ise spekülatif dizaynın; bugünün sorunları ve “problem çözmeye” odaklanmak yerine, bambaşka bir ufuk açarak ‘’an’’ın potansiyellerine ve gelecek projeksiyonlarına ağırlık veren bir disiplin olması. Problem ve çözüm alanlarının ötesinde gezinen bir yaklaşımı var.
Sanat ve Felsefe
Ayrıca spekülatif tasarımın içinde sanatın ve felsefenin geniş bir yer alması ve üretim sürecine bunların dahil edildiği senaryolar, dünyayı insana değil, insanı dünyaya uyduracak tasarımlar üzerinde yoğunlaşması beni oldukça etkiledi. Bir de ayrıca tasarım sürecinde farklı disiplinlerden insanların bir arada olmasının öneminin giderek artacağını biliyoruz. Spekülatif Tasarım metodolojisi disiplinlerarası ortak bir dil sağlıyor aynı zamanda.

Peki sen aslında bir tıp doktorusun, uzmanlık alanın Biyokimya. Spekülatif Tasarım öğrenimlerini işine nasıl entegre ediyorsun?
Spekülatif Tasarım’ın mevcut alışılagelmiş normlara eleştirel yaklaşımını benimsedikçe bazen bilinçli olarak bazen de farkında olmadan yaptığım işi de fazlasıyla etkilediğini düşünüyorum. Hastanede eğitim veren bir kliniğiz aynı zamanda. Asistan eğitimleri ve onların tez süreçleri ile ilgili bu metodolojinin katkıları oluyor ve olacaktır da.
Ama bu konuda bir tıp doktoru olarak ve organizma, metabolizmayla ilgilenen bir branşa sahip kimliğimle konuşmak isterim belki biraz da:
Fiziksel, ruhsal, zihinsel ve sosyal yapısı gereği ve bu yapıların etkileşimlerinin ‘’oluş’’sal bir süreci olarak insanın kendisinin de, “spekülatif tasarım” gibi yorumlanabileceğini düşünüyorum.
Neden böyle söyledim? İki örnekle anlatayım:
Genom Projesi
Biliyorsun, bedenimizin en küçük yapı birimi, hücre. Bu altı mikron çapındaki küçücük birimlerin içerisinde birçok yaşamsal olay dönüyor. Sayısını bilemeyeceğimiz kadar çok metabolik reaksiyonlar...
Bu reaksiyonlar hücre çekirdeğindeki DNA tarafından, yani bizim genlerimiz tarafından yönlendiriliyor. Bütün hastalıkların, sürdürülebilir sağlığın, dış özelliklerimizin, kalıtımın hepsinin temelinde bu genlerin esas rol oynadığını biliyoruz.
1990 yılında o yüzden bir insan genom projesi başlatıldı. Amacı insan DNA'sını oluşturan bu baz çiftlerini belirlemek, insan genomunun tüm genlerini fiziksel ve işlevsel açıdan tanımlamak ve insanın gen haritasını çıkarmaktı.

Bu çığır açacak bir gelişmeydi tabii. Ve 2003 yılında, sonlandığında Clinton çıkıp dedi ki, “Bugün Tanrı'nın yaşamı yarattığı dili öğrenmeye başlıyoruz”. Doğal olarak tüm dünya kulak kesilmişti bu projenin sonuçlarına. İnsanın, canlı organizmasının bilgisini çözdüğümüzü düşündük hepimiz. Ama elbette tabii ki çok yanıldık, tabii ki önemli bir adımdı fakat daha gidilecek çok yol vardı.
Öncelikle milyonlarla ifade edilebileceği düşünülen gen sayısının, insanda sadece 22.000 tane olduğu ortaya çıktı. Ve düşünün bir muzda mesela 36.000 gen var. Buradan hareketle karmaşıklığı oluşturanın nicelik olmadığını gördük.
Genlerin niteliği ve birbirleriyle ve çevreyle etkileşimiyle bu kadar kompleks bir organizma olduğunu biliyoruz. Bu genlerin sadece %2'lik kısmı kodlama yapıyor. Yani bu yaşamsal reaksiyonların hepsini %2'lik kısım oluşturuyor. Başlangıçta “çöp DNA” olarak anılan %98’lik kodlama yapmayan bölümlerin ise bu kodlayan bölümleri organize eden yerler olduğunu sonradan öğrendik.
%98 'lik kısımın sırrı çözülemedi. Bu %2'lik kısımda da inanılmaz olaylar dönüyor. Burada artık epigenetik çalışmaları inceliyoruz.
Dolayısıyla o çok büyük bir muamma olarak orada devam ediyor.
Bir örnek daha: Konnektom Projesi

Beyin içerisindeki yaklaşık 100 milyar nöronun nasıl olup da bir düşünce ve bilinç ürettiği sorusu geldi gündeme.
Acaba bir matematik modelle bu açıklanabilir mi sorusuyla yola çıkıldı. 2015 yılında Zürih’ten bir yanıt geldi ve bir farede 31.000 nöron ile düşünce ve karar verme modellemesinin yapıldığı söylendi.
Ama tabii ki 100 milyar nöron nerede, 31.000 nöron nerede. 100 milyar nöronun bilgi işleme kapasitesini açıklayacak bir matematik yoktu henüz. Şimdi Türker Kılıç’ın Bağlantısallık ve Yaşamdaşlık kitabında anlatıldığı üzere “bayesian matematik” ile çalışmalar devam ediyor.
Olasılık ve öngörü matematiği denilen bir dal bayesiyen matematik. Bununla birlikte, bu büyük veriyi işleyebilecek kuantum bilgisayarlardan söz ediliyor.
Bu örnekleri neden veriyorum? Çünkü gerçekten insan bir spekülatif tasarım.
Bunca çözülememiş muamma ve açıklanamayan şey, insanlığın geleceğini yine kendi tasarımlarıyla yazacağına dair sezgisel bir his uyandırıyor bende.
Zira, Susan Schneider'in Yapay Sen adlı kitabında yapay zeka teknolojisi ve zihin tasarımcıları olarak nasıl kullanacağımızı bilmediğimiz ‘’araç’’larla yani benlik, zihin, ve bilinçle oynayacağımızı , ancak bunların doğasını yetersiz bir şekilde kavradığımızda bu teknolojilerin kullanımına zarar verebileceğimizi hatta bilinçli varlıkların yok olmasına ya da acı çekmesine neden olabileceğimizi dolayısıyla algoritmaların altında yatan felsefi meseleleri kavramak zorunda olduğumuzu belirtiyor.
Doğru sorular sormanın, var olana belki biraz eleştirel yaklaşmanın, insanın anlam ve anlamlandırma ihtiyacı olan bir varlık olduğuna dair unsurların öneminin vurgulandığı bir metodoloji Spekülatif Tasarım.
Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde Spekülatif Tasarım ile tercih edilebilir gelecekler yaratabiliriz.
İkinci bölümde spekülatif tasarım ile Nietzsche’nin “üst insan” kavramı arasındaki bağı kuracağız ve spekülatif tasarımdan ilhamla Husserl’in fenomenolojisi ile yeni bir “hasta - hekim” ilişkisi tasarımını konuşacağız.
.png)




Yorumlar